26 Mart 2009 Perşembe

AYASOFYA CAMİİ

rivayetlere göre jüstinyanus 3. defa yaptırırken şekli konusunda açmaza düşmüş. en mükemmel nasıl yapılabilir diye sürekli düşünmüş. cevap bir arı peteğinde gelmiş. jüstinaynus bir pazar ayini sırasında tam rahipten kutsal ekmeği alacakken bir arı ekmeği alır ve gider. tüm arı sahiplerine ekmeği aramaları söylenir. bir kaç gün sonra bir arıcı elinde diğer peteklere hiç benzemeyen bir petek ile gelir, ekmekte peteğin içindedir. o petek ayasofya'nın planını oluşturur.
bir diğer rivayet de ayasofya'nın bir melek tarafından korunduğudur. efsaneye göre mola veren işçiler bir çocuğu bekçi olarak bırakmışlardır tek başına. bir süre sonra bir melek (meleğin cebrail olduğu söylenir bazı kaynaklarda) gelir ve çocuğa burada tek başına ne yaptığını sorar. çocuk da buradan ayrılamam burada bekleyip inşaata göz kulak olmalıyım der. bunun üstüne melek 'sen git ben burayı sen gelene kadar korurum' der. çocuk gider ve bunu ustabaşına da anlatır. olay imparator'a kadar gider. imparator çocuğa para verip başka bir ülkeye gitmesini sağlar. böylece melek sonsuza kadar ayasofya'yı koruyabilecektir.
adı hagia sophia olarak söylendiğinde hem kutsal bilgi anlamına gelmektedir hem de tanrı'nın kadınsal kısmını temsil etmektedir. tanrı'nın kadınsal kısmına adanmış az sayıda dini yapıdan biridir. büyüklük olarak dünyanın en büyük 4. eski kilisesidir.

tanrının kutsal hikmeti anlamına gelen hagia sophia türkler tarafından ele geçirildikten sonra da isminin anlamı dolaysıyla aynı türk döneminden sonrada aynı ad kullanılmıştır. bir diğer örnekte aya irinidir.

justinyen (iustanionus) babası rayda ayı oynatıcısı olan ve kendisi de sokaklarda dans eden theodere'a aşık olmuş ve onu imparatoriçe yapmıştır.

yine hipodromda maviler ve yeşiller arsasında çıkan bir tartışma büyümüş gruplar hızını alamayarak birleşip bir isyan başlatmışlardır bu nikea isyanıdı. bu sırada 4. yy yapılmış olan ayasofya'yı da yakmışlardır.

justinyen tacı bırakıp kaçmaya hazırlanırken, karısı thedore "eski basit hayatıma dönmektense imparatoriçe olarak ölmeyyi tercih ederim" diyerek jüstinyen'i gaza getirmiştir. bunun üzerine imparator askerlerine isyanı bastırmalarını emretmiş ve bugün sultan ahmet meydanı olan ve doğu roma döneminde hipodrom olarak kullanılan yerde 30.000 asiyi öldürtmüştür.

bu isyan sırasında zarar gören ayasofya yı yaptırmak için miletli isidarosu getirtmiştir. yaklaşık oloarak 6.5 yılda tamamlanmıştır.

kubbesi 31'e 32 olartak tam bir daire değildir. justinyen mabet tamamlandıktan sonra imparator kapısından
-endonartekste bulunuyor- naos'a girdikten sonra ilk sözleri "süleyman seni geçtim" olmuştur.

türk döneminde sinan ayasofyayı gördükten sonra hep buradan daha büyük kubbeli bir mabet yapmak istemiştir bunu da edirne selimiye camii ile başarmıştır. ancak sinan'ın selimiyesi ile ayasofya arasında tam 1000 yıllık bir zaman vardır ve sinanın selimiyesinin kubbesi 4 fil ayağına oturtularak yapılabilmiştir ancak ayasofya kalın duvarlar üzerinde durmaktadır.

ayasofya da, bütün erken bizans dönemi kiliselerinde olduğu gibi bazilika planı kullanılmıştır. büyük bir dikdörtgendir. doğu-batı ekseni üzerinde kurulmuştur. girişte bi exonarteks(camilerde son cemaat yeri), endonarteks ve üç neften oluşan kutsal mekan vardır. kubbe işte bu kutsal alndaki orta nefin üzerinde bulunmaktadır. kubbenin doğu yönüne devam edilecek olunursa apsis (mihrap) ile karşılaşılır.


hakkında ilginç bir efsane vardır ve bu efsane değerini bin kat daha artırır:

rivayete göre ayasofyanın kubbesi tutturulamamaktadır..bir rahibe gidip yardım isterler o da "mekke'de muhammed isminde bir yaşar ona gidin ve yardım isteyin" der..iki keşiş bu iş için görevlendirilir..peygamberimiz onlara tükürüğüyle toprağı yoğurarak iki küçük tablet verir ve bunları kubbenin harcına katmalarını söyler..o devasa kubbe bu şekilde oluşur..

her ne kadar ayasofya'nın yapım tarihiyle peygamber efendimizin yaşadığı devre uymasa da böyle bir şey anlatılır..en doğrusunu allah bilir..

bizans tarihçileri (theophanes, nikephoros, gramerci leon) ilk ayasofyanın imparator ı. konstantinos (m.s.324-337) zamanında yapıldığını ileri sürmüşlerdir.ve bu ilk ayasofya yapısı daha sonra çeşitli sebeplerle yıkılmıştır.
hz muhammed devrinde de yıklınca tekrar yapılmak istenmiş fakat yapının kubbesi bir türlü oturtulamamıştır,dolayısı ile iki keşiş hz. muhammed'e gelmiş ve yardım dilemişler,peygamber efendimiz de tükürüğü ile toprağı yoğurarak tablet haline getirmiş ve ve kubbe harcına katılmasını buyurmuştur.
yani ayasofya'nın ilk yapım tarihi hz.muhammed devri değildir;hz.muhammed'den yapının tekrar inşasında yardım alınmıştır bu rivayete göre.

yeryüzünde yegane olan, '1600 küsürlük dünya yaşamında neler gördü geçirdi bu bina, şu duvarların dili olsa da konuşsa' dediğini zihnimden duyar gibi olduğum, dünyanın yedi harikasından değil, birinci harikası olduğunu düşündüğüm sanat eseri.insan eliyle yapılmış başka hiç bir şey insana bu kadar farklı duyguları aynı anda yaşatamaz.
ayasofya'nın içine girdiğimde sanki bir zaman tüneline girmiş gibi hissetmiştim.öylesine farklı bir atmosferi var ki, bir anda fatih'in istanbul'u fethettiğinde burada kıldığı ilk namazda,kabe'yi zihninde göremediği için 3 kere tekbir alışını,kanuni'nin bergama'dan getirdiği koca küpleri osmanlı askerinin itinayla yerlerine yerleştirdiğini, kendisi için ayrılan bölümde bizans kraliçesinin ayinleri izlediğini,karanlığın titrek meşale ışıklarıyla aydınlandığı basamaklardan ikinci kata çıkan esrarengiz keşişleri, 'allah','muhammed' yazan ve burasının 'artık bir hristiyan mabedi olmaktan çıkıp, bir müslüman yapısına dönüşmesinin simgesidir' dedirten koskoca levhaların sütunlara, güçlü kuvvetli ve bir o kadar becerikli osmanlı erlerinin yerleştirdiğini, özellikle son dönem osmanlısında sık sık ayaklanan halkın ayasofya'nın çevresinde toplandığını görür, kahpe bizansın yiğit güzeli elenora'nın,bizansın kalleş komutanı demirbaş alyon'la zorla evlenmek üzereyken yiğit battalgazi'nin yetişip,'gebereceksin alyon alyon alyon yon yon yon.......'seslerinin duvarlarda yankılanışını duyar gibi olmuştum.
gravürlerin renklerinin bunca asır geçmesine rağmen canlılığını hala korumasına, isa'nın, bizans imparatoru ve imparatoriçesinin yüzüne sinek konsa yüzü titreyecekmiş gibi gerçekçi tasvir edilmesine hayran kalmıştım.
türklerin, ayasofya'sını gezerken,hristiyanların hagia sophia'sını gezerken verdikleri paranın üç katı az para ödemelerine ayrıyeten sevinmiştim
akıl almaz mimarisinin yanı sıra en merak uyandıran efsanelerede ev sahipliği yapmıştır...
çift tarafa açılan mermer duvarlar en bilindik olanlardandır; fatihin seçkin askerleri yeniçeriler ayasofya ya girdiklerinde içerideki din görevlilerini sadece uzaktan görebilmişlerdir. bütün girişler tutulur kilise didik didik aranır büyük ayasofyadaki düzünelerce din görevlisinden hiçbiri bulunamaz. en ufak ip ucuyla bile doğruluk payı kazanamayan bu efsanenin yanı sıra yakın tarihe kadar efsane olarak kabul edilen ayasofyadan açık sulara açılan yeraltı geçitleri için ciddi araştırmalar yapılmıştır. kulaktan dolma bilgi şudurki ayasofya zamanın en büyük mabedidir ve akla gelebilecek hertürlü özelliğe sahip olmak zorundadır. dünyanın sonuna kadar mabedi bekleyecek melekle birlikte açık sulara açılan tünellere sahiptir. birkaç yıl evvel marmara üniversitesinden bazı uzmanlar gerekli izinler alındıktan sonra iki kuyuya dalış yapmışlardır. ilk kuyuda çok fazla ilerleyememişlerdir. ince kumlu çamurlu su çok hızlı bulanıklaşmıştır ve gözlemlenen tek şey kuyunun duvar ve sıva yapısı olmuştur. diğer kuyu biraz daha çömert davranmıştır,çamura saplanmış testi kırıkları ve birinci dünya savaşından kalma mataralar bulunmuştur ama çamurun yoğunluğu daha derine inmeyi engellemiştir. araştırmada fiilen bulunan uzmanlar ve tarihçiler açıkca dile getirmeselerde bu kuyular basit bi su kaynağı değildir zira zamanın en görkemli mimarisinde hiç alakası olmayan bi noktada bir(kaç) kuyu açmak su ihtiyacından fazlasını gerektirmektedir ... ve tabiki imparatorun gözbebeği olan ayasofya için hazinesinden ne kadarını bağışladığı gerçekçilik olarak değil ölçü olarak merak edilmektedir. bilinmektedirki osmanlının en ihtişamlı döneminde yapılan bütün camilerin temeline altın ve bir o kadar kıymetli taşlardan oluşan bir çuval dolusu ganimet bırakılırdı ki olası deprem veya herhangi bi doğal afet sonucu yapı çökerse yenisini yapmak için o ganimet kullanılsın. justanionus aynı kültürü paylaşmasa da bu konuda nasıl davrandığı hep merak konusu olmuştur. lakin sade bir dini törenle yetineceğini düşünmek çok yavan kalmaktadır. kilise olarak kullanıldığı dönemde tonlarca gümüş ve altınla bezendiği bilinmektedir. hatta ganimetin çokluğu nesil ilerledikçe deyim halini almış ve çok hızlı zengin olan biri için 'ayasofya işkaline katılmış' deyimi kullanılırmış.
etkileyici bi mimaridir,girdiğinizde çok keskin olmayan rutubet kokusu hissedilir ki iyice içinize çekerseniz bir anda moda girersiniz. ziyaretçilerin parmağını sokup dilek dileyerek çevirdikleri sutunun en büyük özelliğide temeldeki nemi alıp dışarıya kusmasıdır böylece temel kuru kalır ve birkaç bin yıl daha ayakta durmasına yardımcı olur. illaki ben bu yapının harcını araştıracağım derseniz üstkata çıkın ve zamanında yerinde altın haçlar bulunun 15-20 cm lik haç deliklerinden parmağınızı sokun illaki lazım olandan fazlası takılıyor parmaklarınıza..

not hesabı : ziyaretçilerin çıkış kapısı olarak kullandığı kapı ayasofyadan da eskidir 2500 yıllık bir tapınak kapısıdır ve olduğu şekilinle getirilmiştir..girişte yumurta şeklindeki iki küpte belgrattan getirilmiştir ve tek parçadır..mermerdir ve ayasofya temelleri kadar sağlamdır..üstkatta 4.haçlı seferinde ölen bir komutanın mezarı bulunmaktadır. yüz küsür sütun üzerinde bin yıldan fazla durmaktadır ve mermer zemindeki dalgalanmalar mimariden değil insanların topuklarından kaynaklanmaktadır...

her ayın ilk pazartesi günü girişler t.c. vatandaşlarına ücretsizdir. eğer siz uyarmazsanız, çoğu zaman gişedeki arkadaşlar bu detayı atlayabilirler.

hakkındaki efsanelerden biri şöyledir:

bir japon mühendis grubu ayasofya'ya gezmektedir. rehber bıdı bıdı anlatırken mühendislerden birinin tam kubbenin altında sırt üstü yatarak tavana baktığını görür. millet başına üşüşür. görevliler kaldırmaya çalışır. bu arada rehber gelir. adam şunu mırıldanmaktadır:

- hayır, hayır bu kubbe havada uçuyor, bu kadar büyük olamaz, bu taşıtılamaz, imkansız, yok böyle bir kubbe...


ilk kez ms. 230 yılında tahtadan yapılmış ancak yüzyıl sonra bir yangında kül olmuştur. bunun üzerine ikinci kez aynı yere bu kez taştan bir kilise ms. 415'te yapılmıştır ancak bu kez de deprem kiliseyi yerle bir etmiştir. bizans imparatoru jüstinyanus'un emriyle 3. kez yapılmış ve ms. 532-537 de tamamlanmıştır. jüstinyanus'un ayasofya bitince mescid-i aksa'yı kastederek "ey süleyman, geçtim seni!" dediği rivayet edilir.

meraklısına not: pazartesileri kapalıdır.


ayasofya



ey islam'ın nuru, türklüğün gururu ayasofya!
şerefelerinde fethin, fatih'in şerefi,
ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

hani minarelerinden göklere yükselen,
ta maveradan gelen ezanlar?...
hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...

ayasofya ses vermiyor,
ayasofya bir hoş,
ayasofya bomboş!...

hani nerede?
şu muhteşem minberde,
binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...

ayasofya! ayasofya!...seni bu hale koyan kim?
seni çırılçıplak soyan kim?!...

hani nerede?
gönüllerden kubbelere,
kubbelerden gönüllere
gürül gürül akan kur'an sesleri?...
kur'an sesleri dindirilmiş,
müslümanlar sindirilmiş!...
allah-muhammed-hülafa-i raşidinin
isimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...

fethin, fatih'in mabedinden kitab-ı mübini,
bu ulu dini kaldıran kim?
dinimize, imanımıza saldıran kim?
mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
kimin elidir?!...
söyle ayasofya, söyle.
seni puthane yapan hangi delidir?!...

elleri kurusun, dilleri kurusun!
ayasofya! ayasofya! seni bu hale koyan kim?
seni çırılçıplak soyan kim?!...

ayasofya,
ey muhteşem mabet;
gel etme,
bizi terketme!...
bizler, fatih'in torunları, yakında putları devirip,
yine seni camiye çevireceğiz...

dindaşlarımızla,
kanlı göz yaşlarımızla,
abdest alarak secdelere kapanacağız,
tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak
ikinci bir fetih olacak,
ezanlar bu fethin ilanını,
ozanlar destanını yazacaklar...

putperest roma'ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! şerefelerin yine allah'ın ve o'nun sevgili peygamberi hz. muhammed'in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan fatih sultan mehmed han dirildi sanacak!...

bu olacak ayasofya,
bu muhakkak olacak...
ikinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...
bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
ayasofya, belki yarından da yakın!...

osman yüksel serdengeçti


@614589 [k]
fatih sultan mehmet han'ın ayasofya'yı cami yaptıktan sonraki mektubu.
"kim bu vakfiyenin bir şartını değiştirir, fasit bir te’ville, dalavereyle vakıf hükmünü yürürlükten kasteder ve aslını değiştirir, füruuna itiraz eder veya bunları yapana yol gösterir ve yardım eder veya kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar veya sahte evrak düzenleyerek mütevellilik hakkı gibi şeyler ister, yahut onu kendi hesabına geçirirse haram işlemiş olur, günah kazanır. allah’ın, meleklerin ve bütün insanların ebediyen la’neti onun üzerine olsun. azapları hafiflemesin. kıyamet gününde yüzlerine bakılmasın......”

@577574 [k]
bir duvarında atatürkün kocatepeye çıkarken resminin boyanın o şekilde soyularak o resmi oluşturduğu rivayet edilen asla o duvarın ve resmin nerede olduğunu bulamadığım yer.ayrıca alt katındaki dilek taşında bir sürü turist elini 180 derece döndürmek için çabalarken bu işin ustası olmuş bizlerin gidip gerine gerine parmağımızı oraya sokup 180 derece döndürebilmemizden gurur duyduğumuz yerdir.inanışa göre bu aktiviteyi yapabilen şahsı muhteremin dileği olurmuş.külli yalan....

1 şubat 1935 tarihinde ibadete kapanan, 921 yıl kilise, 481 yıl cami, 71 yıldır da müze olarak kullanılan güzide cami

18 Mart 2009 Çarşamba

standart futbol topu ağırlığı kaç gramdır?

450 gr ile 410 gr arasında olmalıdır...
fazladan bilgi: çevresi 70 cm ile 68 cm arasında olmalıdır...

Türkiye Birinci Futbol Liginde İlkler ve Enler

· Türkiye 1. ligindeki ilk gol 21 Şubat 1959 tarihinde İzmirsporlu Özcan Altuğ tarafından atıldı. (İzmirspor: 2 -Beykoz:1)

· En gollü beraberlikler 4 - 4 lük sonuçlarla 1967/68 de Beşiktaş - Galatasaray, 1982/83 de Fenerbahçe - Galatasaray 1995/96 da Samsunspor - İstanbulspor maçları oldu.

· Üç puanlı sisteme geçilen 1997/98 sezonuna kadar 8 kez, ikinci ya da üçüncüler şampiyondan daha fazla kazanan taraf olmuşlar.

· (Galibiyet %100, beraberlik %50 başarı kabul edilerek.) Lig tarihinin en iyi performansı %88,9 ile 1988/89 sezonunda Fenerbahçe'ye, en kötüsü ise 1996/97 sezonunda %13,2 ile Zeytinburnuspor'a ait.

· Bir sezonda en az kazanan, en çok yenilen, en çok gol yiyen takım ve en kötü averaja sahip takım; 1996/97 sezonunda 34 maçta 2 galibiyet, 27 yenilgi alıp, 86 gol yiyen ve -60 averajlı Zeytinburnuspor.

· Lig tarihinin en dengeli sonucunu alan takım 1969/70 sezonundaki 30 maçta,10 galibiyet, 10 beraberlik, 10 yenilgi alıp, attığı 26 gole karşılık kalesinde de 26 gol gören Beşiktaş.

· 1969/70 sezonunda 30 maçta kalesinde sadece 6 gol gören Fenerbahçe, bir sezonda en az gol yiyen takım.

· 1992/93'de Konyaspor'u 8-0 yenerek sezonun en farklı skorunu yakalayan Ankaragücü'nün son hafta Galatasaray karşısında aynı hezimete uğramaş.

· Dört büyükler arasında ligi eksi averajla bitiren tek takım 1975/76 sezonunu -7 (25-32) averajla kapatan Beşiktaş.

· 1988/89 sezonunda Fenerbahçe 93 puanla şampiyon olarak bir rekor daha kırarken, 1979/80 ve 1980/81 sezonlarında Trabzonspor'un 39'ar puanla en kısır şampiyonlukları elde etti..

· 1979/80 sezonunda yalnızca 25 gol atarak mutlu sona ulaşan Trabzonspor, en az gol atan şampiyon ünvanını da sahip.

· Trabzonspor 1980/81 7 yenilgi ile en çok kaybeden şampiyon oldu.

· Galatasaray 1987/88'de 35 golle en çok gol yiyen şampiyon oldu.

· 1979/80 de Trabzonspor sadece 12 galibiyet alarak şampiyon olurken 1989/90 da Malatyaspor aynı sayıda galibiyet alarak küme düştü.

· Malatyaspor 1. ligde oynadığı 6 sezon içinde 10 galibiyetin altına hiç düşmezken, dört büyükler dışında bir sezonda 20 galibiyet sınırına ulaşan tek takım ise 1988/89 sezonunda 21 galibiyet alan Sarıyer.

· Rakiplerine en büyük puan farkını, 1987/88 sezonunda Beşiktaş'ın 12 puan önünde şampiyon olan Galatasaray yaparken, 1984/85'te Fenerbahçe Beşiktaş'tan, 1985/86'da Beşiktaş Galatasaray'dan, 1992/93'te de Galatasaray Beşiktaş'tan şampiyonluğu averaj ile koparabildi.

· 42 sezonun sadece 8'inde küme düşen takım averajla belirlenirken, 1980/81 sezonunda 29 puanlı Fenerbahçe, Altay, Adanademirspor ve Boluspor averajla kümede kalıp, aynı puanla Rizespor 2. Lige düşen takım oldu..

· 1980/81 sezonunda lig ikincisi Adanaspor 34 puan toplarken, küme düşen Rizespor ligi 29 puanla tamamladı..

· Fenerbahçe 26, Beşiktaş 22, Galatasaray 21, Trabzonspor da 11 kez ilk ikiye girmişler. Dört büyükler dışında bu başarıyı yakalayan diğer iki takım ise, 3 kez Eskişehirspor, bir kez de Adanaspor.

· İlk üçte dört büyükler 109 kez yer alırlarken bu dereceye sadece 17 kez girebilen diğerleri ise şöyle; Eskişehirspor 5, Samsunspor ve Altay 2, Adanaspor, Vefa, Gençlerbirlği, Göztepe, Boluspor, Zonguldakspor, Malatyaspor ve Gaziantepspor da birer kez.

· 1987/88 sezonundan bu yana dört büyükler dışında ilk üçe giren tek takım; 1999/2000 sezonunda Gaziantepspor.

· Dört büyükler dışında küme düşmeyen tek takım 33 sezondur 1. Ligde mücadele eden Bursaspor.

· Altay üçüncü kez küme düşmesine karşın 40 sezon, Ankaragücü 37, Gençlerbirliği ise 28 sezon ile 1. Ligde en fazla yer alan takımlar.

· 16 sezon 1. Ligde oynayan Karşıyaka, 6 kez ile en çok küme düşen takım.

· Dört büyüklerden, şampiyonluk özlemini 16 sezon ile Trabzonspor yaşarken, Beşiktaş 14, Galatasaray 13, Fenerbahçe ise 6 sezon bu özlemi yaşamış.

· Galatasaray 4, Beşiktaş ve Trabzonspor ise üç sezon üst üste şampiyon olurken, Fenerbahçe en fazla iki sezon üst üste şampiyon olabilmiş.

· 1975/76 ve 1983/84 yılları arasında 6 şampiyonluk 3 ikincilik yaşayan Trabzonspor'un bu 9 sezonda gösterdiği performansa kimse ulaşamamış.

· 1977/78 sezonunda Trabzonspor, Fenerbahçe'nin bir puan gerisinde kalarak şampiyonluğu kaçırmasa, 6 sezon üst üste şampiyon olarak erişilmesi çok güç bir ekor kıracaktı.

· 1968/69 ve 1974/75 sezonları arasında şampiyonluğa oldukça yaklaşan Eskişehirspor bu 7 sezonda üç kez 2., iki kez 3., iki kez de 4. olmasıyla 4 büyüklere en fazla kafa tutan takım olma özelliğini taşıyor.

· 1980/81 sezonunda Beşiktaş karşısında sahadan çekilince hükmen yenik sayılıp ayrıca iki puanı da silinen Mersin İdman Yurdu, lig tarihinde puanı silinen tek takım oldu.

· Liglerin seyirci rekonunun kırıldığı maç 66200 biletli seyircinin izlediği 30 Ocak 1989 tarihinde İzmir Atatürk stadında oynanan Altay - Fenerbahçe (0-3) maçı oldu.

· 1967/68 sezonunda Fenerbahçe, 1976/77'de Trabzonspor, 1992/93'te de Galatasaray üç büyük kupayı birden (Lig, Federasyon, Cumhurbaşkanlığı) kazanan takımlar.

· 1. Ligde sadece bir kez yer alan takımlar Balıkesirspor, Kahramanmaraşspor, Kırıkkalespor ve Petrolofisi.

· Beş kez yer aldığı 1. Ligde en iyi derecesi 10.'luk olan Zeytinburnuspor, 9 kez yer alıp en iyi derecesi 11.'lik olan Kayserispor ve 6 kez katılıp bir kez 17, bir kez 14. , diğerlerinde ise 15. olabilen Şekerspor ise ligin en etkisiz takımları.

· Fenerbahçe 1.Lig'deki ilk yenilgisini Galatasaray'dan, Galatasaray Ankara Demirspor'dan, Beşiktaş, Beykoz'dan, Trabzonspor ise Fenerbahçe'den almış.

· İlk yabancı ''Gol Kralı'': 1983-84 sezonunda Galatasaray'da oynayan Yugoslav Tarık Hociç (16 Gol)

· Beşiktaş'ın, kazandığı 9 şampiyonluktan 6'sında turu deplasmanda atmak zorunda kalmış.

· Bir sezonda en fazla gol atan futbolcu 1987-88 sezonunda 39 gol atan Galatasaray'lıTanju Çolak oldu.

· En az golle gol kralı olan futbolcu 1959 sezonunda 11 golle Galatasaray'lı Metin Oktay oldu.

· Bir sezonda en fazla gol atan yabancı futbolcu 1995-96 sezonunda 25 gol atan Şota Arvaledze oldu.

· Bir maçta en fazla gol atan futbolcu, 1992-993 sezonunda Fenerbahçe'nin Kaşıyaka'yı 7-1 yendiği maçta 6 gol atan Tanju Çolak oldu.

· Bir maçta en fazla penaltı atan takım 1986-87 sezonunda Eskişehirspor'a 4 penaltı atan Fenerbahçe oldu.

· Bir maçta en fazla penaltı atan futbolcu 4 atışıda gole çeviren Fenerbahçe'li Zafer Tüzün oldu.

· Bir maçta en fazla gol atan yabancı oyuncu, 2000-01 sezonunda Erzurumspor'a 5 gol atan Galatasaray'lı Jardel oldu.

· En gollü maç 1991-92 sezonunda 8-4 sona eren Fenerbahçe-Gaziantepspor maçı oldu.

· Lig tarihinin en farklı galibiyetini 1989-90 sezonunda Adnademirspor'u 10-0 mağlup eden Beşiktaş elde etti.

· En farklı skorlu deplasman galibiyetleri 1959-60 Hacettepe-Beşiktaş (1-9), 1992-93 Ankaragücü-Galatasaray (0-8) maçları oldu.

· En uzun süre yenilmeyen takım, 48 maç boyunca yenilmeden ilerleyen Beşiktaş oldu.

· En çok ''Gol Kralı''ı çıkaran takımlar 12'şer kez ile Fenerbahçe ve Galatasaray oldu.

· En çok ''Gol Kralı'' olan futbolcu 6 kez bu ünvanı elde eden Metin Oktay oldu.

· En uzun süre gol yemeyen kaleci, 1978-79 sezonunda kalesinde 1112 dakika gol görmeyen Trabzonsporlu Şenol Güneş oldu.

· En uzun sezonu 42 hafta oynanan 1962-63 sezonu oldu.

· Üst üste en çok kazanan takım, 1959-60 sezonunda 10.-22. haftalar arası 13 maç kazanan Beşiktaş oldu.

· En uzun süre kazanamayan takım 1996-97 sezonunda 1-17. haftalar arası 18 maç galip gelemeyen Zeytinburnuspor oldu.

· En uzun süre yenilen takım, 1996-1997 sezonunda 25.hafta-34 hafta arasında 10 maç üstüste kaybeden Zeytinburnu oldu.

· Deplasmanda en uzun süre yenilmeyen takım:40 maç ile Galatasaray oldu.

· En çok şampiyonluk gören futbolcu 7 kez bu sevinci tadan Galatasaraylı Bülent Korkmaz oldu.

· Yenilgisiz şampiyon olan takım, 1991-92 sezonunda namağlp şampiyn olan Beşiktaş .

· En az gol yiyen şampiyon, 1969-70 sezonunda 6 gol yiyen Fenerbahçe.

· En iyi averaja sahip takım, 1988-89 sezonunda +76 ile Fenerbahçe oldu.

· En çok şampiyon olan teknik direktör, Ahmet Suat Özyazıcı (4 kez-Trabzonspor), Fatih Terim (4 kez-Galatasaray)

· En istikrarlı teknik direktör, 6,5 yıl Beşiktaş'ta görev yapan Gordon Milne.

- Ligde kendi sahasında üstüste en fazla maç kazanan takım 24 maçla Fenerbahçe. Sarı lacivertliler 2000-2001 ve 2001-2002 sezonlarında kendi sahalarında oynadıkları üstüste 24 maçı kazanıp 25. maçta Beşiktaş'a 2-1 mağlup oldular.

Mecusilik

İran ve Hindistan halkından bir kısmının mensup olduğu bozuk inanışlardan biridir. Bu inancı kabul edenlere “Mecusi” rahiplerine de “Muz” denir. Hindistan ve civarında yaygın bulunan Brahmanların bir şubesi olan Mecusiler ateşe ineğe timsaha taparlar. Bunlar M.Ö. yaklaşık 551 yıllarında Zerdüşt (Zarathoustra) denilen bir kimsenin kurduğu bir çeşit inanışa bağlıdırlar. Mecusiler ölülerini gömmezler hususi yaptırılan kulelerde saklarlar ve akbabalara yedirirler.

İranlılar İbrahim aleyhisselamın bildirdiği doğru dine inanıyorlardı. Âsurluların bu ülaaae hakim olmasından sonra “Sâbiilik” adı verilen bozuk inanışlarını İran’da yaymaya başladılar. Sâbiiler güneşi ayı ve yıldızları kutsal birer varlık kabul edip çeşitli putlara tapınıyorlardı. Tek Allah’a inanmayı emreden ilahi dinin tamamen unutulmasından sonra İranlılar Sâbiilik inancına bağlandılar. Bunlar zamanla ateşe de kutsallık tanıdılar. Bir kısmı ateşi doğrudan doğruya tanrı kabul edecek kadar ileri gitti. Bundan sonra ateşe tapma âyinleri uydurdular ve hiç sönmemek üzere içinde ateş yakılan Ateşgedeler yaptılar.

Mecusilik inancında ateşe tapma âyinini ortaya çıkararak insanları ona tapmaya çağıran “Mecus” adında bir kimsedir. Bu âyinin kurucusuna nispetle bu inanışta olanlara “Mecusi” denilmiştir. Mecusilik Sâbiiliğin daha da bozularak devam eden değişik bir şeklidir.

Mecusiler eski filozofların yaratılış hayır ve şer hakkındaki görüşlerini incelerken ateşin hararetinin (ısısının) hayat ve varlıklar üzerinde nasıl etki yaptığını görmüşler ve hayatı meydana getiren bir kuvvet olarak onu ilahi kudret saymışlardır. Önceleri ateş Allahü teâlânın bir eseri olup kendinde yaratma sıfatı bulunması bakımından mabudun varlığına işaret delil olan bir şey olarak kabul edilmişken sonradan dini liderleri bu esas üzerinde bazı değişiklikler yapmışlardır.

Bunlardan bir kısmı ateşi tanrı kabul etmişlerdir. Bunun yanında yine eski filozofların; “Birden ancak bir doğar” sözleri sebebiyle “düalist=iki tanrılı” bir inanışa saplanmışlardır. Şöyle ki; bu felsefi görüşün icabı bir olan mabuddan (ilahtan) birbirine zıt olan hayır ile şer doğmaz. Bunların ikisi de ezeli birer ilahtırlar. Hayır ilahı bir nurdur ve iyiliğin kaynağıdır. Şer ilahı karanlıktır ve kötülüğün kaynağıdır. Hayır ilahı “Hürmüz” Şer ilahı ise “Ehriman” adı ile anılmıştır. Bunlar birbiriyle devamlı savaş halinde bulunurlar. İyilik çoğaldığı zaman Hürmüz kötülük çoğaldığı zaman Ehriman galip gelmiştir derler. Bu ikili tanrı inanışına dinler tarihinde “Seneviyye-Düalizm” adı verilir.

Sonra gelen mecusiler bir omuzunda hayır diğer omuzunda şer (kötülük) bulunan ilahlar tasvir etmişler resmini yapmışlardır. Mecusiler ateşi hayır ilahı Hürmüz’ün bir sembolü kabul ettiklerinden her tapınakta Ateşgede denilen ve devamlı ateş yanan yer yapmışlardır. Bu ateş hiç sönmemek üzere yanardı. Hiç kimse buna dokunamaz hatta soluğu ile dahi kirletemez. Onun için ateş yakan rahibin ellerinde eldiven ve ağzında peçe bulunurdu. Mecusiler ateş yandığı müddetçe hayır ilahının şer ilahına galip geleceğine inandıkları için ateşin hiç sönmeden yakılmasının lazım olduğuna inanırlardı. Peygamber efendimizin doğum gecesinde meydana gelen hârikûlâde hadiselerden biri de mecusilerin bin seneden beri yanmakta olan kocaman ateş yığınlarının aniden sönüvermiş olmasıdır.

Eski İran’da tahminen M.Ö. 7. veya 6. asırda yaşadığı kabul edilen Zerdüşt güya eski dini düzeltmek için ortaya çıkmış ve İran’daki çok tanrıcılığa karşı tek ilah inancını savunmuştur. Ona göre en yüksek Rab (ilah) “Ahura-mazda”dır. Ahura her şeyi bilen kâinat nizamını idare eden her şeye hayat veren ve her şeyin hakimi olan en büyük kudrettir. Bununla beraber hayır (Hürmüz) ve şer (Ehriman) gibi iki ilah görüşünü terk edememiş ve ateşgedelerde yine ateş yanmıştır. Zerdüşt bir gün dünyanın sona ereceğini kıyametin kopacağını Cennet ve Cehennemin var olduğunu ölen insanın ruhunun hesaba çekileceğini kendinden önce gelen peygamberlerden veya getirdiği kitaplardan yahut da onlara inananlardan öğrenerek kabul etmiştir. Bununla beraber insanlara dünya ve ahiret saadetini öğreten ve doğru yolu gösteren bir peygambere tâbi olmak saadetine kavuşamadığı için doğru yolu tam olarak bulamamıştır. Nitekim daha sonraları onun tek ilah olarak kabul ettiği ve “Ahura-mazda” adını verdiği ilahın yerini güneş tanrısı “Mitra” almıştır.

Bütün İran’a yayılan Zerdüşt’ün fikirleri M.S. yedinci asırda İslam ordularının İran’a girmesiyle Tevhid akidesi (tek Allah inancı) yerleştiğinde son bulmuş ve Mecusilerin çoğu hak din olan İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Bir kısmı da Hindistan’a sığınarak Brahmanların inanışlarını da benimseyerek yeni bir inanış şekli kabul etmişlerdir. Bu bozuk inanışa sahip olanlara bugün Bombay şehri yakınlarında rastlanmaktadır.

Nevruz
Nevruzun Türklükle Müslümanlıkla hatta İranla bir ilgisi yoktur. Cemşid ortaya çıkarmıştır. Mecusi bayramıdır. (Bezzâziyye)

Cemşid İran’da ilk hükümet kuran Pişdani oğullarının 4. hükümdarı olup 800 sene saltanat sürmüş 500 sene İran’da kimse hasta olmadığı için halk kendine tapmıştır. 21 Martta tahta çıktığı için bugüne Nevruz demiş yılbaşı ve bayram yapmıştır. İslamiyet’ten önceki kâfirlerin âdetlerini tapınmalarını bugün meydana çıkarıp "ecdad yadigârı" diyenler bu işin aslını doğru bilmeyenlerdir. Böyle diyenlere kanmamalıdır. Yabancılar da bunu körüklüyorlar. Cemşid bin yaşında iken Şeddadın yeğeni Dahhak ile savaşta yakalanmış testere gibi olan balık kemiği ile ikiye biçilmiştir.

Cemşid sekizyüz değil bin yıl yaşamıştır. Bu sünnetullaha aykırı değildir. Eskiden insanlar çok yaşardı. Nuh aleyhisselamın 950 yıl kavmi arasında kaldığı Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir. (Ankebut 14)

17 Mart 2009 Salı

III. SELİM ve dönemi

Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi, İslâm halifelerinin doksan üçüncüsü. Sultan Üçüncü Mustafa Hanın oğlu olup, annesi Mihrişah Sultandır. İstanbul’da 24 Aralık 1761 târihinde, Topkapı Sarayında doğdu. Şehzâde Selim’in doğumunda yedi gün, yedi gece "Şehrâyîn", üç gece de Deniz Donanmasında tertiplenen merâsimlerle büyük şenlikler yapıldı. Şehzâdeliğinde sarayda mükemmel bir eğitim, öğretim gösterilip, terbiye edilerek yetiştirildi. Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öğrendi.

Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlı-Avusturya-Rus Harbinde cephelerden gelen acı haberlere dayanamayan amcası, Birinci Abdülhamid Hanın vefâtıyla 7 Nisan 1789 târihinde Osmanlı Sultanı oldu. İçte ve dışdaki meseleleri hâl etmek için yüksek devlet memurlarının katıldığı, 16 Mayıs 1789 târihinde büyük bir dîvân toplantısı yaptı.

Dîvânda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi. Dîvândan sonra idârî, mâlî, siyâsî ve askerî meselelerin halli için tâlimat verdi. Avusturya ve Rusya ile harplerin devâmına karar verildi. Mâliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altın ve gümüş eşyânın büyük bir kısmı paraya çevrilmek üzere, darphâneye gönderildi. Merkez ve eyâletlerdeki halk da Sultan Selim Hana yardımcı olmak ve saraya uymak için, altın ve gümüşlerini devlete teslim etti. Saray ve halkın yardımlarıyla cepheler takviye edildi. Fransa ve İspanya sefirleri sulh; Prusya, Kırım’ın kurtarılması için antlaşma; İsveç ise Rusya’ya karşı yardım talebiyle harp teklif ettiler.

Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devâmını istedi. İsveç ile Rusya’ya karşı 11 Temmuz 1789 târihinde Beykoz İttifak Antlaşması imzâlandı. 1788 yılından beri devam eden Osmanlı-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaş’tan Rus ordusuna karşı sefere giderken, Foksan’da Avusturya ordusunun âni taarruzuna uğradı. Arnavutların ihânetiyle Osmanlıordusu, 1 Ağustos 1789 târihinde Foksan’da bozuldu. Avusturyalılar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü. 31 Ocak 1790’da Prusya ile Avusturya ve Rusya’ya karşı ittifak anlaşması imzâlandı. Prusya’nın arabuluculuğuyla Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı. Fransız İhtilâlinin Avrupa’da sebep olduğu hâdiseler üzerine, İngiltere ve Prusya’nın müdâhalesiyle Rusya da antlaşmaya taraftar hâle getirildi. Avusturya ile 4 Ağustos 1791 târihinde Ziştovi Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı Devletine geri verecekti. Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp, 9 Aralık 1792 târihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi. Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupa’da Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi. Osmanlı Devleti, Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuştur. Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız İhtilâli’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini geçici bir sulh devrine soktu.

Sultan Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü ıslâhatların icraatına geçti. Osmanlı Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî ve sosyal ıslâhatları Nizâm-ı Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu. Son sefer ve harplerdeki mağlûbiyet ve kesin netîce alınamaması, askeriyenin ıslâhını daha fazla gerektiriyordu. Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı lâyihalarla 24 Şubat 1793 târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ı Cedid adıyla kurdu.

Nizâm-ı Cedid ordusunun masraflarının karşılanabilmesi içinİrâd-ı Cedîd Defterdarlığı kurulup, eski sadâret kethüdâlarından Mustafa Reşîd Efendi de bu işle vazifelendirildi. Levend çiftliğinde kışla kurulup, yeni ordu hemen tâlime başlatıldı. Nizam-ı Cedîd ordusuna getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi. Ancak Yeniçeriler, yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler. Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kânunlar yapıldı. 1794’te Teknik Üniversite mâhiyetinde Sütlüce’de Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu. Okulun öğretim üyesi, kitap, ders âlet ve edevatları yurtiçi ve dışından bütünüyle karşılandı. Nizâm-ı Cedîd ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teşkilât kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı.Mülkî ıslâhat da yapılıp, Anadolu ve Rumeli toprakları, yirmi sekiz eyâlete ayrıldı. Âyanların eskiden olduğu gibi halk tarafından seçilmesi kânun hâline getirildi. Resmî dâirelere tâlimat gönderilerek, yazışmalara, kullanılan dile, tâbirlere dikkat edilmesi ve halkın işlerinin sür’atle tâkip ve yerine getirilmesi istendi. İlmiye ricâli(ileri gelen devlet adamları) için yeni nizâmnâme yayınlandı. İlmî eserler yazılıp, pekçok kitap tercüme edilerek, yayınlandı. Ticârî ve iktisâdî sahada yenilik yapılıp, Zahire Nazırlığı kuruldu. Tecdid-i Kânun-i Tımar ve Zeamet kânunuyla, harbe katılmayan tımar ve zeâmet sâhiplerinden topraklarının geri alınması esâsı getirildi.

Gayri müslim esnaf ve tüccardan bâzıları vergi ve yurt dışına para kaçırmak ve Osmanlı ülkesinde oturduğu halde, yabancı devlet tebaasına giriyorlardı. Bu durum ve paranın dışarıya çıkarılmasına karşı tedbir alındı. Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1793’te ilk tâyinler yapıldı. Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya merkezlerine gönderilen elçiler; bulundukları memleketlerin yalnız siyâseti ve diğer devletlerle olan münâsebetleri hakkında bilgiler toplamakla kalmadılar. Aynı zamanda, oraların kültürleri, her türlü ilerleme ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayıp, rapor hâlinde İstanbul’a gönderdiler.

Avrupalılar ve Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan kavimleri, İngilizlerin teşvikleriyle Arabistan’da Vehhâbi Bedevîler, Ortadoğu’da Dürzî veMarunîler, Kölemen Beğleri,Rumeli’de kânun kaçaklarından meydana gelen eşkiyânın koruyucusu Kırcalılar da denilen Dağlı Eşkiyası, devlete âsi olup, isyan çıkardılar. Bu meselelerin halli için teşebbüs edildiyse de, Fransa’nın Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye’deki faaliyetleri ardından Napolyon Bonapart’ın 1798’de âni harekâtla Mısır’a asker çıkarması sebebiyle bütünüyle tam bir hal çâresi bulunamadı.

Sultan Selim Hanın hükümdarlığının üçüncü ayında çıkan Fransız İhtilali’yle, Avrupa devletleri Fransa’ya cephe olmasına rağmen, Osmanlı Devleti meseleye karışmadığı gibi münâsebetlerini de dostâne devam ettirdi. Nizam-ı Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetişmiş eleman getirildi. Fransa’nın müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde görevden alınınca, sultan SelimHanın dâveti üzerine, Nizâm-ıCedid Ordusunda vazife kabul etmişti. Osmanlı Devleti; ihtilâlle değişen yeni Fransız idâresini tanıyan ilk devletlerdendi. Fakat, Fransa’nın 1795 Basel Antlaşmasıyla Venediklilerden Dalmaçya kıyılarını almasıyla Balkanlarda başlattığı istiklâl (bağımsızlık) fikri propagandası, tâkip edilen siyâsetin değişmesine sebep oldu.

Adâlet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan Fransız İhtilâli, çıkış gâyesinden uzaklaşarak, Fransa’nın yayılma siyâsetine döndü. Hırvat, Rum veSırplar arasında ihtilâl fikirlerini yaydılar; Yahûdîleri Filistin’de istiklale dâvet ettiler. Fransa, bununla da kalmayarak, sömürgecilik zihniyetiyle; İngiltere’yi Akdeniz’den çıkarıp, Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hind’e giden yolların en kısası olan Mısır’a sâhip olmak idealiyle, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü bozmaya çalıştı. Napolyon Bonapart, beş yüze yakın gemiye aldığı Fransız ordusuyla Akdeniz’e açılıp, Malta’yı işgâl ettikten sonra, 2 Temmuz 1798 târihinde İskenderiye’den Mısır’a çıkarma yaptı. Fransa’nın beklenmedik harp îlânı ve Mısır’a çıkarma yapması, İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğünden, Akdeniz’deki İngilizAmirali Nelson harekete geçti. Amiral Nelson, 1 Ağustos 1798 târihinde Fransız Donanmasını Ebûkîr’de mağlup etti. Fransız donanmasının Ebûkîr’de imhâsıyla, Napolyon’un ve Mısır’daki Fransız ordusunun anavatanla irtibatı kesildi. Rusya, ihtilâlin tesirinden çarlığı korumak için Fransa’ya karşı Osmanlı Devletiyle ittifak kurdu. Karadeniz’den kdeniz’e geçirilen Rus filosu, Osmanlı donanmasıyla birlikte hareket etti. Arnavut sâhillerinin muhâfazası ve Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alınmasıyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paşa, Preveze’de Fransızları mağlup etti. Osmanlı-Rus donanması Zenta ve Kefalonya adaları sâhilindeki Fransız gemilerini mağlup edip, bir kısmını da zaptetti. Bu muvaffakiyetler üzerine, İngiltere ve Rusya ile antlaşma imzâlanarak, ittifaklar resmîlik kazandı.

Fransız donanması imhâ edildiğinden Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de Osmanlı-İngiliz-Rus donanmasınca kapatıldığından, Osmanlı ülkesinde mahsur kalmıştı. Sultan Selim Han, Fransa’ya karşı ordu sevk etmek için tâyinlerde bulundu. Sayda Vâlisi Cezzâr Ahmed Paşa, Mısır Seraskerliğine tâyin edildi. Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa da deniz yoluyla Mısır’a gönderildi. Napolyon Bonapart, Mısır’dan çıkış yolu bulmak ve Suriye’ye hâkim olmak için, Akka’yı kuşattı. Akka Kalesi,Mısır Seraskeri Cezzar Ahmed Paşa kumandasındaki Nizâm-ı Cedid askerince, Fransızlara karşı kahramanca müdâfaa edildi. Napolyon Bonapart’ın inatla taarruzu, Fransızların çeşitli hîle ve vaatleri Akka’da neticesiz kaldı. Cezzar Ahmed Paşa ve Nizam-ı Cedid askerlerinin destânî müdâfaası karşısında kuşatmanın altmış dördüncü günü, Napolyon Bonapart; "Akka olmasaydı, Doğu İmparatoru olurdum." diyerek, büyük hayallerle kendisine bağlanan Fransız ordusunu vebâ salgını, sefâlet ve mağlubiyetle önce Kahireye çekip, sonra da yüzüstü bırakarak, 1799 yazında gizlice Fransa’ya kaçtı. Mısır’da kalan Fransızlar, Osmanlılara mukâvemet ettilerse de, üst üste mağlubiyete uğradılar. 27 Haziran 1801 târihinde imzâlanan tahliye mukâvelesiyle Fransızlar Mısır’ı boşalttı. 25 Haziran 1802 târihli Osmanlı-Fransız anlaşması, Fransa ile harp hâline son verdi. Mısır Vâliliğine, 1805’te Kavalalı MehmedAli Paşa tâyin edildi. Napolyon Bonapart’ın İstanbul şehri ve Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlı-Rus ittifâkı yenilendi.Napolyon Bonapart tehlikesine karşı İngiltere ve diğer Avrupa devletleri Osmanlılara yardım talebinde bulundular. Fakat, Rusya ile ittifak ve İngiltere ile dostluk uzun sürmedi.

Arabistan Yarımadasındaki Vehhâbiler, Avrupalılardan gördükleri yardımlarla, çeşitli batı dillerinde birçok yayınlarda da bulunup, 18 Şubat 1803’te Tâif’i muhâsara ettiler. Sultan Selim Han, Arabistan’daki hâdiselere esaslı tedbirler almayı plânladıysa da; İngiltere ve Rusya Balkanlar meselesinden Bâbıâli’ye baskı yapmak istemeleri, muvaffak olamayınca, Rusya’nın harp îlân dahi etmeden Osmanlı hududunu ihlâli sebebiyle gerçekleştiremedi. Sâdece, Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, sultandan aldığı emirle Vehhâbi isyanını bastırıp, Arabistan ve Mısır’da kısmen huzur ve asayişi temin etti.

Sultan Üçüncü Selim Han zamânında İngiltere’nin Ortadoğu’da; Rusya veAvusturya’nın Balkanlarda Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıp, müdâhaleci bir siyâset tâkip etmeleri, bu devletlerle harp hâlinde bulunan Fransa’ya yakınlaşmaya sebep oldu. Osmanlı Devletine tâbi Eflâk Beyi Konstantin İpsilanti ile Boğdan beyi Aleksandr Moruzzi, Rus yanlısı olduklarından azledilince, İngiltere ve Rusya’nın müdâhalesiyle karşılaşıldı. Rusya, harp îlân etmeden, General Michelson komutasındaki altmış bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflâk veBoğdan’ı işgâle başladı. Vezir-i âzam İbrâhim Hilmi Paşa, sefer için Serdar-ı ekrem tâyin edildi.

Rusya’nın Balkanlara girmesiyle, İngiltere’de on altı gemiden meydana gelen bir İngiliz filosunuİstanbul önlerine gönderdi. İstanbul önlerine kadar gelen İngiliz donanması, Fransa ile münâsebetlerin kesilmesini, Osmanlı-İngiliz ittifakının yenilenmesini teklif ettiler. Kabul edilmeyince, teklifi daha da ağırlaştırdılar. Eflâk veBoğdan’ın Rusya’ya, Çanakkale Boğazının da İngiltere’ye teslimini teklif ettiler. İngiltere’nin teklifleri kabullenmenin ötesinde akıl ve hayâle sığmayacak derecede olduğundan, İngilizler müzâkerelerle oyalanılarak, boğaz sâhillerinin iki yakası askerlerin ve ahâlinin gayretleriyle kısa zamanda tahkim edildi. Boğaz sâhillerine birkaç gün içinde bin iki yüzden fazla top yerleştirildi. İngiliz donanması, Osmanlı Devletinin ve ahâlinin kuvvetli tepkisini görünce, çekildi. Bunun üzerine İngiltere hükümeti, Akdeniz’deki İngiliz donanmasını Mısır’ın zaptıyla vazifelendirdi.

İngilizler, Osmanlıya âsi Kölemenlerle anlaşıp, 20 Mart 1807 târihinde İskenderiye’ye çıkarma yaparak teslim aldılar. Balkanlarda; İbrâhim Hilmi Paşa, RusCephesine sefere çıkınca, İstanbul’da türeyen âsiler harekete geçti. Sultan Selim Hanın, Osmanlı Devleti lehine icraatlarına karşı, iç ve dış düşmanların aleyhine propagandasıyla muhâlefet başladı.

1806 Edirne Vak’asına sebep olan Nizâm-ı Cedid aleyhtarlığıyla başlayan muhâlefet, âsilerden Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde büyük hâdiselere sebep oldu. Yeniçeri zorbaları, 25 Mayıs 1807 Kabakçı Vak’asından sonra; asıl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayısta Sultan Üçüncü SelimHanı hâl edip, tahttan indirdiler. Âsiler, Sultan SelimHanın amcasının oğlu Veliaht Mustafa’yı Osmanlı tahtına geçirdiler. Sultan Selim Han, on dört ay Topkapı Sarayında nezâret altında yaşadı. Kendisine sâdık devlet adamları ve âsilerin hükümetteki icraatlarını beğenmeyen taraftarları, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler. Sultan SelimHan taraftarları, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanıp, harekete geçtiler. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan SelimHanı tekrar tahta geçirmek için Rumeli’deki maiyetiyle İstanbul’a geldi. 28 temmuz 1807’de Bâbıâli ve Topkapı Sarayını basıp, Sultan Selim Hanı tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadı. Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808 târihinde Harem Dairesinde şehit edildi. 29 Temmuzda kalabalık bir cenâze merâsimiyle, Lâleli Câmii yanında babası Üçüncü Mustafa Hanın türbesine defnedildi.

Sultan Selim Han, yaratılışında halim, selîm ve çok zekîydi. Hayırsever olup, pekçok hayır müessesesi ve eserler yaptırdı. Üsküdar’da Selimiye Câmiini ve ÇiçekçiCâmiini yaptı. Eyüp Câmiini büyüterek yeniden yaptırdı. Karaca Ahmed’de Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidini yaptırıp, Küçükmustafapaşa’da Gül Câmiini kiliseden çevirdi. Üsküdar’da hâlâ kullanılan meşhur Selimiye Kışlasını, Heybeliada’da Deniz Harp Okulu olan Bahriye Mektebini, Halıcıoğlu’ndaTeknik Üniversite mâhiyetindeki Mühendis ve Topçu mekteplerini yaptırıp yeni bölükler kurdu. Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarla mücâdele etmesine rağmen, ülke îmâr edilip, fazla toprak kaybı olmadı. Tam ıslâhata başlayacağı zaman şehit edilmesi, düşündüğü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine mâni oldu.

1900 yılından günümüze dek yaşantımızı değiştiren 100 önemli buluş

1900 yılından günümüze dek yaşantımızı değiştiren 100 önemli buluş arasında sonuncusu ve belki de en büyüğü İnternet oldu.
İşte yüzyılın en önemli buluşları:

1. Taşınabilir fotoğraf makinesi (1900),
2. Ataç (1901),
3. Köpek bisküvisi (1902),
4. Oyuncak ayı (1902),
5. Jiletli tıraş makinesi (1903),
6. Gofretli dondurma (1904),
7. Kabartma tozu (1907),
8. Fort-T-Modeli, ilk seri üretilen araba (1908),
9. Elektrikli ocak (1910),
10. Çamaşır makinesi (1910),
11. Işıklı reklam (1910),
12. Vitaminler (1912),
13. Fermuar (1913),
14. Sutyen (1914),
15. Spor ayakkabı (1916),
16. Ekmek kızartma makinesi (1919),
17. Kâğıt mendil (1920),
18. Tost ekmeği (1920),
19. Yara bandı (1921),
20. Ensülin (1921),
21. Fıstık ezmesi (1921),
22. Buzdolabı (1927),
23. Penisilin (1928),
24. Hazır bebek maması (1928),
25. Portatif tahta sandalye (1928),
26. Evler için klima (1928),
27. Sırtı ayarlanabilir koltuk (1928),
28. Televizyon (1929),
29. Seloteyp (1930),
30. Flaş (1930),
31. Alka Seltzer-Karbonatlı aspirin (1931),
32. Evde kullanılabilen saç boyası (1931),
33. Elektrikli tıraş makinesi (1931),
34. Stereo hoparlör (1931),
35. Kadın tamponu (1931),
36. Makaralı teyp (1931),
37. Çamaşır deterjanı (1933),
38. Renkli fotoğraf filmi (1935),
39. Çöp öğütücü (1935),
40. Konserve et (1937),
41. Mikser (1937),
42. Kayak ayakkabısı emniyet bağı (1937),
43. Neon lambası (1938),
44. Tükenmez kalem (1938),
45. Teflon kaplama (1938),
46. Jet motor (1939),
47. Naylon çorap (1939),
48. Elektrikli su ısıtıcısı (1940),
49. Ütü gerektirmeyen kumaşlar (1941),
50. Lastikli kumaş (1941),
51. Hazır pasta karışımları (1942),
52. Plastik saklama kapları (1946),
53. Elektrikli çamaşır makinesi (1946),
54. Uzunçalar plak (1948),
55. Polaroid kamera (1948),
56. Elektro gitar (1948),
57. Scrabble (1948),
58. Fotoğraf makinesi (1949),
59. İlk PC (1951),
60. Renkli televizyon (1953),
61. Naylon streç folyo (1953),
62. Hazır krem şanti (1954),
63. Bulaşık makinesi (1954),
64. Derin dondurulmuş gıda maddeleri (1954).
65. Çocuk felci aşısı (1955),
66. Transistörlü radyo (1955),
67. Uzaktan kumanda cihazı (1956),
68. Firizbi (1957),
69. Lego (1958),
70. Hula Hoop (1958),
71. Barbie bebek (1959),
72. Kar motoru (1959),
73. Külotlu çorap (1960),
74. Tylenol-Yaygın bir ağrı kesici (1960),
75. Doğum kontrol hapı (1960),
76. Hazır bebek bezi (1961),
77. Yumuşak kontakt lens (1961),
78. Kaset teyp (1963),
79. Cola kutusu (1963),
80. Tuşlu telefon (1963),
81. Metal tenis raketi (1963),
82. Mikrodalga fırın (1967),
83. Quarz kol saati (1969),
84. Kay kay (1970),
85. Hesap makinesi (1972),
86. Mutfak robotu (1973),
87. Cep telefonu (1973),
88. Snowboard (1978),
89. Walkman (1979),
90. Daksil-Daktilo silgi solüsyonu (1979),
91. Pacman, ilk video oyunu (1980),
92. Post- it, yapışkanlı not kâğıdı (1980),
93. Rollerblade (1980),
94. CD (1981),
95. Su geçirmez, hava geçirir, 'Goretex' kumaş (1981),
96. Mini van (1983),
97. Macintosh (1984),
98. Prozac, depresyon ilacı (1988),
99. İnternet Navigator (1993).


SONUÇ


1. Bugünkü uygarlık kimsenin ceddinin malı değil, herkesindir.
2. Buluşlar, buluşlara imzasını atanların değil; o buluş için veri sağlayanların yani herkesindir. Dolayısıyla kavm-i necipler, übermanlar ve barbarlar yoktur. Ama toplumlarını aldatan barbar kişilikli liderlerden ve sürüleştirilmiş insanlardan söz edilebilir.
3. İnsanlık evrimler, devrimler yaşamamıştır. Evrim biyolojik alanda olmuştur. Teknolojik gelişme insanın temel gereksinimlerini karşılamasının bir aracıydı ve hâlâ öyle.
4. Araçsal aklı iyi kullandığını kanıtlayan ins, gereksiz bir kendini beğenmişliğe düşmeden, kendini ve haddini bilmelidir.
5. Geçerli ve insanca olan; sevgi, akıl ve sürekli çalışmaktır

14 Mart 2009 Cumartesi

Tamer Başoğlu, Karşıyaka - İzmir, Atatürk ve Kadın Hakları Anıtı, 1972




Tamer Başoğlu, Karşıyaka - İzmir, Atatürk ve Kadın Hakları Anıtı, 1972
Tamer Başoğlu’nun başarılı anıt uygulamalarından biri Karşıyaka Atatürk ve Kadın Hakları Anıtı. Bir anlamda da geçiş dönemi çalışmaları belki, salt figürden oluşan anıtlara bir alternatif. Ancak bu geçiş, Başoğlu’nda ters yönlü bir geçiş olmuş gibi görünmekte. Bu ters yöne gidişe en uygun örnek de İstanbul Beşiktaş’te yer alan 75. Yıl Anıtı!